ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA

AHLAT

BİTLİS İLİ AHLAT İLÇESİ
 AHLAT İLÇE TANITIM
ahlat
bitlis ahlat
ahlat bitlis
 AHLAT İLÇE TARİHİ
Anadolu’yu yurt edinmek isteyen bu Türk güçleri Ahlat’ta kurdukları garnizonuyla burayı üs ederek Anadolu’nun diğer yerlerine de akınlar yapmışlardır. Türklerin Anadolu içlerindeki bu ilerlemeleri 

Doğu Roma İmparatorluğu’nu rahatsız etmiş ve Anadolu’da hakimiyet mücadelesi içindeki bu iki büyük güç 1071’de savaşmışlardır

.Alp Arslan Halep’i feth edip Mısır Fatimileri üzerine yürürken Bizans’tan gelen elçi Ahlat, Erciş ve Menbiç şehirlerinin derhal teslimini istemiş. İsteği reddeden Alp Arslan Ahlat’ta bulunan 

Afşin Bey’den Bizans orduları hakkında bilgi istemiştir. Sultanın henüz gelmediğini sanan İmparator durumu öğrenmek için ermeni kumandanı Basil’i(Basileuks) gönderdi. 

Fakat Ahlat Garnizonu bu kuvvetleri esir ve katletmek sureti ile öyle bir yok eyledi ki; İmparatora haber verecek bir kimse kalmamıştı. 1071 yılında yapılan bu savaşta Ahlat’ın ve Ahlat’taki garnizonun önemi çok büyüktür. Savaş bölge coğrafi olarak da incelendiğinde, 

Ahlat’tan yola çıkan Selçuklu kuvvetleri ile onları Malazgirt Ovası’nda bekleyen Doğu Roma ordusu arasındaki ilk savaşların Ahlat – Malazgirt arasındaki engebeli alanlarda yapılmış olması kuvvetle muhtemeldir. 

Sonuçta savaşı kazanan Alparslan savaşta yararlık gösteren Ahlatlıların büyük ganimet elde etmesini sağladı.Ardından Ahlat, Selçuklular’a bağlı 

Diyarbakır emirlerine bağlandı. Bu emirler tarafından kendilerine zulüm yapılması üzerine Alp Arslan’ın amcazadesi, Merent emiri İsmail’den yardım istediler. 

İsmail adaleti ve iktidarı ile meşhur vezirlerinden Sokman’ı Ahlat’a emir atadı. Bu şekilde Sokman – Sökmen- Sekmen- tarafından 

1100 yılından itibaren Ahlat’ta Selçuklular’a bağlı Ahlat Şahlar( Sökmen Şahlar yada Ermen Şahlar da denir.) kuruldu.
Selçukluların büyük hükümdarı Alaaddin Keykubat Celaleddin’e; kıymetli veziri Kemalettin Kamıyar’ı elçi göndererek Ahlat muhasarasını kaldırmasını ister. Celaleddin’e “ Alim ve zahit diyarı, Türk kültürünün bu güzel şehrini işgal ve tahrip etmesinin kendisine bir şey kazandırmayacağını, kuvvetlerini Moğollara karşı birleştirerek onları 

Asya’nın doğusuna doğru sürmenin ikisi içinde daha iyi olacağını, Ahlat kuşatmasını kaldırması halinde Selçuklu ordusunun kendisine her türlü yardımı yapacağını “söyler. Ancak Kars ve Ani’yi Gürcülerden kurtardığı için İslam dünyasında büyük şöhret sahibi olan 

Celaleddin Harzem Şah, ileri görüşlülükten uzak bir tavırla bu öneriyi reddederek Ahlat’ı ele geçirir. Şehir üç gün yağmalanarak tahrip edilir. Bunun üzerine Selçuklu ordusu Harzem Şahlar’ın üzerine yürüyerek onları Yassı-Çimen’de mağlup eder(1230) İki Türk ordusunun bu çarpışması Anadolu’yu yağmalamaya gelen Moğollar’ın işini kolaylaştırır. Celaleddin Harzem Şah’ın, Ahlat ve Erzurum’a karşı giriştiği bu hareketler O’nun İslam dünyasında kazandığı ünü kaybetmesine neden olmuştur.
Ahlat, Harzem Şah işgali ve ardından Moğol Hükümdarı Hülagü’nün komutanlarından Sukal Buğa’nın 1258 tarihindeki işgal ve yağması ile bir daha tarihteki o eski güzel günlerine dönemez. Küçük bir Anadolu Türk kasabası olarak kalır. Karakoyunlu hakimiyeti Timur orduları tarafından bitirilir. Akkoyunlu Uzun Hasan’ın oğlu Maksut,

 O’nun oğlu Rüstem ve Rüstem’in oğlu Emir Bayındır dönemlerinde Ahlat tekrar canlanmış ve Türk tarihinin nadide eserleri olan kümbetlerle bezenmiştir. Çaldıran Seferine giden Yavuz Sultan Selim’den Tercan yakınlarında kendisine ulaşan Ahlatlılar “

Ecdat mezarlarının bulunduğu” Ahlat’ta bir kale yaptırmasını istemişlerdir. Yavuz Sultan Selim bu isteği olumlu bularak Ahlat’a bir kale yapılması emrini vermiştir. Zaman zaman İran yönetimlerinin de eline geçen Ahlat Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn seferi esnasında (1533 yılında) tekrar Osmanlılar’a bağlanmıştır. Kanuni’de Ahlat Kalesi’nin güçlendirilmesini ve bir iç kale yapılması emrini vermiştir.1635 yılnda Revan Seferi’ne çıkan Sultan 4. Murat Ahlat’a uğramış Karmuç(Yeniköprü)da konaklayarak Ahlat’taki ecdat mezarlarını ziyaret etmiştir. 

1639 yılında İran’la yapılan Kasr-ı Şirin antlaşması’ndan sonra artık doğu sınırları çok uzun zaman değişmemiş ve Ahlat tarihteki ihtişamından uzak olmasına karşın daima Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır. 1914 yılında uğradığı Rus işgalinden 21 Şubat 1916 yılında kurtulmuştur.
Şehir Hz. Ömer döneminde Cezire fatihi Iyaz bin Ganem tarafından fethedilerek İslam Devletinin egemenliğine girmiştir (641). Ahlat Beyi yapılan antlaşma gereği vergi vermeyi kabul etmiş ve bu antlaşma Hz. Osman döneminde Doğu Anadolu’da harekatta bulunan Habib b. Mesleme tarafından tasdik edilmiştir. Hz. Osman’ın öldürülmesi , Hz. Ali döneminin de karışık geçmesi ve nihayet Hz. Muaviye’nin ölümüyle başlayan iç karışıklıklar sırasında Ahlat halkı da isyan etmiş ancak Emeviler’in Cezire valisi Muhammed b. Mervan tarafından şiddetle cezalandırılmışlardır. Böylece bölge Cezire valiliğine bağlanmıştır. Azerbaycan valisi Cerrah b. Abdullah’ın Erdebil’de Hazarlara yenilip şehit düşmesi üzerine halife , Hişam b. Abdülmelik Said el Haraşi’yi Hazarlarla mücadeleye memur etti (730-31). Ahlat’a gelen Haraşi şehir kapıları kendine açılmayınca şehri şiddetli bir muhasaradan sonra almıştır.
Ahlat-azgezmis.com
Türk egemenliğinde en parlak dönemini bu dönemde yaşayan Ahlat kaynaklarda mamurluğu ve zenginliği dolayısıyla ancak Mısır ile mukayese edilebilmekte idi. Yine bu dönemde Ahlat yetiştirdiği ilim, din, kültür ve sanat adamları, mutasavvıf ve zahitleri ile de çok müstesna bir yere sahipti. Bu özelliğinden dolayı şehir Buhara ve Belh ile mukayese edilerek islam dünyasında Kubbe’t-ül İslam adını alan üçüncü belde olmuştur. 1046 yılında Mısır’a seyahat eden meşhur seyyah Nasır-ı Hüsrev ,yolu üzerinde bulunan Ahlat’a uğramış ve burada Arapça, Farsça ve Ermenice konuşulduğunu eserinde kaydetmiştir. Ancak bu durum Ahlatşahlar döneminde değişmiş ve buradaki halkın konuştuğu diller Türçe ve Farsça olmuştur. Bunlar arasında Kürtçe’nin zikredilmeyişi 

önemlidir.Ahlat XIII. yy.’da tüccarları zengin , çarşıları geniş ve dolu, sanat ve hünerleri çeşitli,hayrat ve meyveleri bol olarak tasvir edilmiş, bahçeler içindeki şehir Şam büyüklüğünde gösterilmiştir. XIII. yy.’da meydana gelen bir depremde buranın yerle bir olduğu ve buradan 120 bin hanenin Kahire’ye göçtüğü hadisesine bakılacak olursa buranın Şam büyüklüğünde gösterilmesi pek yadırganmamalıdır.
Celaleddin Harzemşah’ın bu güzide beldeye verdiği zararı Alaleddin Keykubat ile giriştiği 1230 tarihli Yassıçemen savaşında perişan olmakla ve nihayet kaçarken Meyyafarikin dağlarında öldürülmekle ödedi. Türkiye Selçuklu Devleti Sultanı Alaaddin Keykubat bu zaferden sonra devletin hudutlarını bir yandan Tiflis’e kadar genişletirken diğer yandan da Sökmen İlindeki Eyyubi hakimiyetine son vererek Ahlat, Bitlis, Van, Adilcevaz, Malazgirt gibi yerleri ele geçirdi. Sultan Alaaddin gerek Harzemşah gerekse Moğol istilalarıyla metruk bir şehir haline gelen Ahlat’ta imar ve iskanı yeniden düzenledi. Bu sayede Ahlat’ta emniyet ve refah başladı ticaret faaliyetleri tekrar canlandı. Ancak 1243 Moğol bozgunu bu canlanmaya engel oldu Moğol akın ve yağmaları, tahrip ve cinayetleri medeni sukutu tamamlayan etmen oldu. 1243 yılında Hülagü tarafından ele geçirilen bu şehir 1335 yılına kadar İlhanlıların yönetiminde kalmıştır.Bütün bunlara rağmen Ahlat’ın Olcaytu döneminde bir eyalet merkezi olduğu görülüyor. Buda bize o dönemde de Ahlat’ın önemini muhafaza ettiğini göstermektedir. Ebu Said Bahadır Han’ın ölümünden sonra (1335) Moğollar arasında başlayan mücadelelerden Ahlat bölgesi büyük ölçüde zarar görmüştür.
Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında Ahlat tekrar ilçe olmuştur. Bu dönemin en kayda değer hadisesi İzzet Bey isyanıdır. Bir kürt beyi olan İzzet Bey bu bölgedeki karışıklıkları fırsat bilmiş ve Muştan gelerek Ahlat’ı almayı tasarlamıştır. Bu maksatla gelen İzzet Bey’in dört adamı kaymakam konağına girerek kaymakamı koltuğundan kaldırır ve yerine otururlar, ardından da kaymakama hakaretler ederler. Bunu duyan 7’den 70’e tüm Ahlatlı kaymakam konağının avlusuna toplanır. Bu esnada halkın büyük sevgisini kazanmış bir çavuş olan Hamza Çavuş içeri girer ve bunları kovar. Ve onlara “Ahlatlı bu Ahlat’ı size vermez , vermeyecektir!” , der. Ve nihayetinde gerçekleşen isyanda Ahlat halkının devlete olan bağlılığı sayesinde kısa sürede bastırılır. Böylece , Ahlat büyük bir badireyi daha ucuz atlatmış olur.
1044 km2’ lik kırsal bir alana yayılmış olan ilçenin yüzey şekilleri , gerek biçim, gerekse meydana geliş şekilleri bakımından farklılıklar gösterir. Yeryüzünün sayılı volkanlarından olan Nemrut, Ahlat’ın batısında , Süphan ise doğusunda yer almaktadır. Bu dağların eteklerinde geniş dağ platoları uzanır. Nemrut gerek bu bölgedeki volkan dağlarının bir örneği olması , gerekse Van Gölü’nün oluşmasında önemli bir yer tutması bakımından ayrıca incelenmeye değer.Zamanımızda sönmüş bir volkan olarak görülen bu dağ , doğu-batı doğrultusunda uzanan geniş ölçülü bir çukur alanı ortasında yükselmektedir. Nemrut yanardağı Van Gölü’nün batısında yer almış olup 3050 m. yüksekliktedir. Volkanın son püskürmesi 1441 yılında küçük ölçüde olmuştur .Bitlis ili genelinde dağlık olmakla beraber Ahlat ovası , Rahva ovası ile birlikte Bitlis’in iki büyük düzlüğünden biridir.
İlçe Van Gölü’nün kuzey kıyısında yer almış olmakla beraber iklimi kara iklimi özelliği taşır. Yörede kış oldukça erken başlar ve uzun sürer.Havanın ısınmaya başlaması ancak nisan ayının ortalarında olur. Yörenin yaz mevsiminin ağustos ayının sonuna kadar sürmekte olması yanında kısmen bazı yıllar eylülayını da kapsar. Eylülün bitimiyle kısmen kış soğukları başlar.Bölgenin genel bir özelliği olan yağışın çok oluşu , ilçe içinde geçerlidir. Yılık ortalama yağış miktarı 1000-1500 mm.dir. Yörenin en önemli özelliği ise kar şeklinde yağışın çok olması ve uzun süre yerde kalmasıdır. Karın uzun süre yerde kalması ve yer yer 2 m. lik bir kalınlığa ulaşması yörede ulaşımı büyük ölçüde aksatmaktadır . Özellikle dağ etekleri ile yaylalarda bulunan yerleşim yerleriyle ilçe merkezi arasındaki ulaşım bütün bir kış boyunca kısmen kesik bulunmaktadır.
Konutlar genellikle bahçe tipli olup tek veya iki katlıdır. Yapıların hemen hepsi yörenin özel bir taşı olan Ahlat Taşı’ndan yapılmıştır . İlçede konut sıkıntısı çekilmemektedir .İlçedeki sosyal yaşantının en belirgin durumu aile tipinin ataerkil olmasıdır. Ancak özellikle şehir merkezinde ataerkil yapıda çözülmeler olmaktadır. Komşuluk ilişkilerine çok önem verilir. Giyim ve kuşamda ise bir sadelik gözükür. Çarşaf ve peçe yaşlı nesilde olmasına karşın genç nesilde hemen hemen hiç gözükmemektedir. Bütün bunların yanında ilçe merkezinde mahallelerin dağınık olması sosyal yaşantı üzerinde olumsuz etkiler yapmaktadır.Genellikle köylerde belirli aşiretlere bağlı yerleşmiş aileler olmasına karşın ilçede aşiret olgusu zayıftır. Bunun yanında akrabalık bağları daha kuvvetlidir.
Ahlat’ın çeşitli kesimlerinde yüzlerce mağara bulunmaktadır. Bu mağaralar eski çağlardan beri değişik amaçlarla kullanılmış ve günümüze kadar ulaşabilmişlerdir. XIX. Yüzyılın sonlarında bu yöreye gelen LYNCH. Bu mağaralardan oluşan yerleşmelere dikkat çekmiştir. Ahlat, Doğu Anadolu Bölgesi’nde ilk yerleşilen alanlardan birisi olduğu için bu mağaralar Neolitik Çağ’dan beri kullanılmıştır. Bölgede meydana gelen şiddetli depremler, kuraklık nedeniyle sulak vadilere yerleşme ihtiyacı, harp ve istilalar sonucu yerleşmelerin tahrip edilmesi, sert iklim koşulları gibi nedenler mağara yerleşmelerinin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Bugün Harabeşehir ve Tahtısüleyman Mahallerinde bir çok mağara bulunmaktadır. Ancak Eski Ahlat Kalesi’nin batı yönünden tahrip edilmesi ve yıkılması sonucu onlarca mağara yok olmuştur.
Bu mağaralar kalenin mamur olduğu dönemlerde askeri mühimmat depoları ve soğuk hava depoları olarak kullanılmışlardır. İbrahim Kafesoğlu bu mağaralardan bazılarına kutsallık atfedildiğini ve içerilerinde ibadet yapıldığını yazıyorsa da bu durum mağaralara kutsallık atfedilmesinden değil bazı mağaraların ibadet mekanı olarak kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Ahlat’taki doğal alanlardan olan ve mağara turizmi açısından önem taşıyan mağara kümeleri genellikle Harabeşehir ve Sultan Seyit dereleri, Kırklar Vadisi, Madavans deresi, Yuvadamı Köyü civarında Gaban Deresi Vadisi ile Harabe Hulik Köyü mevkiindedirler. Yapay mağaralar tek ve iki katlı oyuldukları gibi, bazıları ise galeri tarzında oluşturulmuş olup bu galerilerin nerelere kadar uzandığı henüz araştırılmamıştır. Mağaraların bazıları yanyana veya arka arkaya sıralanmış iki-üç odadan oluşmaktadır. Yuvadamı Köyü civarında doğal ve yapay mağaraların yanında kayalara oyulmuş nişler, sunaklar, kaya mezarları yörenin tarihine ışık tutacak önemli maddi kültür belgelerine sahiptir. Bu köy civarında ise bölgenin en büyük tarih öncesi mezarlığı mevcuttur.
http://organikersag.blogspot.com.tr/